🍹 6 7 Eylül Olayları Izmir

67 Eylül 1955 olayları, Kemalist ve Faşist düşünce sahibi derin devlet veya Gladio diye adlandırabileceğimiz yapının; gayrimüslim vatandaşlarımızın malına ve mülküne çökme projesidir. Fenerbahçe semtlerindeki Rum ve Ermenilere ait ev ve iş yerleri, talan edildi. Ertesi günü İzmir, Adana, Trabzon gibi merkezlere de Detaylar 6/7 Eylül 1955 Olayları, ne bir komünist kışkırtması, ne de nasırına Kıbrıs olayları dolayısıyla basılan halkın kendiliğinden bir reaksiyonudur. 6/7 Eylül 1955 Olayları'na dirlik ve düzeni sürekli korumak ile görevli kolluk güçleri seyirci bırakılmış, hatta yer yer olaylara karışmış; İzmir'de en üst Milliyet Sayfa 5. 01.09.1980. ViNYLEX SANAYİ VE TİCARET A.J.ELEMANLAR ARIYOR 1—Kazan dairesi sorumluluğunu yüklenebilecek ehliyetli usta.2—Sıhhi tesisat konusunda tecrübeli sıhhi tesisatçılar.3—Makina bakımında tecrübeli kaynakçı. Haber7 - Papa Franciscus, Kanada'da yatılı kilise okullarında istismar olayları nedeniyle yerlilerden özür diledi. Haber 7 - Papa Franciscus, Kanada'da yatılı kilise okullarında istismar olayları nedeniyle yerlilerden özür diledi. USD 0,0000. EUR TemelSeviye Online Astroloji Eğitimi (19 Eylül ve 22 Eylül) 30 Ağustos 2021 Astroloji Akademisi. Yeni Temel Seviye Astroloji Eğitimi Sınıfı online başlıyor. Astrolojiyi 28 yıllık öncü bir astrologdan tüm yetkinliğiyle öğrenmek, yaşama yeni gözlüklerle bakabilmek, Devam. Astroloji Eğitimi Astrolojik Haberler. AnkaraCumhuriyet Başsavcılığının, eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Şenoğlu’nun da tutuklu bulunduğu 2014’teki Kobani bahanesiyle düzenlenen eylemlere ilişkin soruşturması kapsamında 7 ilde 82 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. İzmir’de ise HDP Parti Meclisi eski üyesi Pervin Oduncu gözaltına alındı. ÖnemliNot: İzmir misafirlerimiz diğer illerden çıkışlı Karadeniz Rüyası ve Batum Turu ile birleştirildiğinde Turdan 1 gün önce bilgilendirme yapılacaktır. İzmir - Ankara Arası Otobüs Bileti ile Transfer Sağlanacaktır. KONAKLAMA OTELİ Ordu Standart Şehir Oteli. KONAKLAMA OTELİ Trabzon Standart Şehir Oteli. AnkaraCumhuriyet Başsavcılığı, Kobani olayları soruşturması kapsamında Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu 108 kişi hakkında iddianame hazırladı., Figen Ülkedebu denli gaddar ve zalim olan Demokrat Parti iktidarı, İstanbul’da azınlık haklarını yok eden 6-7 Eylül 1955 olayları na karşı Yunanistan’dan gelen tepkilere boyun eğmiş ve yazar Nazlı Ilıcak’ın Bayındırlık Bakanı olan babası Muammer Çavuşoğlu İzmir’de Yunan Bayrağının göndere çekilerek selam 7ATI. 6-7 Eylül Olayları, DP’nin organizasyonuydu!Kıbrıs sorununun görüşüldüğü Londra Konferansı’nın 1955 çıkmaza girdiği günlerde 6-7 Eylül olayları yaşandı. İstanbul’da Rum kökenli vatandaşların işyerleri ve evleri tahrip edildi. Olaylar diğer gayrimüslimlere de yöneldiği gibi, İzmir’e de yansıdı. Hükümetin Londra Konferansı’nda elini güçlendirmek ve kamuoyu desteğinin arkasında olduğunu konferans heyetine göstermek için tertiplediği bu organize olaylar tam bir felakete yol açtı. Hükümet de işin içinden çıkmak için olayın sorumlusu olarak komünistleri gösterdi. Yayınlanan Hükümet bildirisi şöyle idi“Kıbrıs meselesi etrafında cereyan eden hadiseler dolayısıyla aylardan beri umumi efkarda hasıl olan şiddetli heyecana inzımamen Selanik’te aziz Atatürk’ün evine ve konsolosluğumuza karşı tertiplenen suikast, kısmen maksatlı ve haiane, kısmen de idrak ve şuurdan mahrum tahrikçilerin de tesiriyle büyük kitlelerin vücuda getirdikleri nümayiş hareketlerine sebep olmuş ve bu hal bilhassa İstanbul’da gecenin geç saatlerine kadar devam etmiştir. Bu esnada büyük ekseriyeti Rum vatandaşlarımıza ait olmak üzere dükkan ve mağazalara girilmek suretiyle büyük tahribat yapılmış olduğunu en derin teessür ve teessüflerimizle ifade etmek ki dün gece İstanbul ve memleket esas itibarıyla ağır bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz şuursuz ve memleketin yüksek menfaatlerine kastedici hareket, bir kısım milli serveti yok etmekle beraber, bütün hakları Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun teminatı altında bulunan Türk vatandaşlarından bir kısmını da telafisi ağır zararlara uğratmış ve büyük bir felaket halini almış bulunuyor. Bu vatandaşlarımızın maruz kaldıkları zararları süratle telafi ve tazmin hiç şüphe yok ki, devletlik vasfın icaplarındandır. Ve bu icap yerine hadiselerin şiddetle ihmal ettiği amme huzur ve asayişini yeniden ve derhal tesis için bütün gerekli tedbirler alınmış ve alınacaktır. Hadiselerin cereyanı sırasında en acil bir tedbir olmak üzere İstanbul ve İzmir’de fevkalade halin mevcudiyeti ilan edilmiş ve fakat, hükümet kuvvetlerinin vaziyete hakim olmaları üzerine veya şuursuz tahriklerin de büyük tesiri bulunan bu çok acıklı hadisenin doğrudan doğruya alet ve failleriyle bunu tertip ve tahrik edenler mutlaka ve süratle cezalandırılacaklardır. Şimdiye kadar birçok tahrikçiler yakalanmış ve bunlar hakkında kanuni takibata ve idrak sahibi, memleketin yüksek menfaatlerine hürmetle bağlı bütün vatandaşlarımızın hükümet icraatına yardımcı olmaları bugün en mühim vatan vazifesidir”. 6-7 Eylül olaylarından sonra -1 Kasım’a kadar tatile girmiş olan- TBMM, iktidarın çağrısı ile olağanüstü olarak toplandı. Olayların üzerinden henüz birkaç gün geçmiş olmasına rağmen İnönü, olayların arkasında DP ileri gelenlerinin olduğunu anlamıştı. Konuşmasında bunu açık bir şekilde ifade etmese de hissettirmekteydi. Masum vatandaşların canlarına, mallarına ve şereflerine yönelik yapılan saldırıları “milli bir felaket” olarak tanımlayan İnönü, “Cemiyet hareketlerinde taşkınlıklar çıkabilir, bunlar birtakım zararlara da meydan verebilirler. Ancak bu hareketler vatandaşı koruyan kanun kuvvetlerinin kudretli müdahalesi ile karşılanır. 6-7 Eylül hadiselerinin çok hazin tarafı tecavüz edenlerin coşkun hissiyatı ile kendini kaybetmişler halinde değil, adeta hiçbir mani karşısında bulunmayan, rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir” dedi. Bu sözleriyle de olayların arkasında iktidarın olduğunu ima etmekteydi. İnönü’nün iması bununla kalmadı “Hadiselerin her tarafı karanlıktır. Bu kadar tertipli ve teçhizatlı bir tecavüz ne vakitten beri, nasıl hazırlanmıştır? 6 Eylül saat öğleden sonra 5-6’dan itibaren vahim tabiatta tecavüzler serbestçe nasıl gelişiyor? Nihayet askeri kuvvetler, sivil idarenin talebi ile derhal yardıma gelebilirdi. Hadise yerleri de büyük askeri merkezlerdir”. Hükümetin İstanbul ve İzmir’in yanı sıra Ankara’da da sıkıyönetim ilan etmesine itiraz eden İnönü, Ankara’da sıkıyönetime gerek olmadığını ve sıkıyönetimin bir an önce de kaldırılmasını istedi. Gerçekler ivedilikle ortaya çıkarılmalıydı“Hakikatlerin ne kadar acı, hatta ne kadar utandırıcı olsa bile olduğu gibi gösterilmesi büyük milletimize karşı temize çıkmanın tek çaresidir. Asil milletimize karşı şeref borcu ancak bu şekilde ödenebilecektir. Biz amme hizmetinin yolunda bulunan insanlar da ancak bu suretle vebalden kurtulabiliriz”.İnönü, güvenliğin sağlanmasını ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istedikten sonra TBMM’nin dağılmayarak açık kalmasını da istedi. Çünkü görüşmeleri tamamladıktan sonra olağanüstü toplantıya çağırılan Meclis’in tekrar 1 Kasım’a kadar tatile girmesi söz konusuydu. 13 Eylül günü de 6-7 Eylül olaylarının konuşulduğu oturum devam etti. Tekrar söz alarak kürsüye gelen İnönü, ilk olarak Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün yaptığı konuşma sırasında deyim yerindeyse ağzından kaçırdığı sözlere dikkat çekti“Sayın Köprülü beyanatında, hadiseden haberimiz vardı, ne yapılacağını bilmiyorduk, dedi. Bu kaydolunacak bir keyfiyettir. Biz hiç haberleri olmadığını zannediyorduk bu tahkikat başlamıştır, bir kısmını biliyoruz ama söyleyemeyiz, dedi. Hakları vardır. İhtimal ki, elde ettikleri malumatı henüz Büyük Millet Meclisi’ne veya umumi efkara arzedecek zaman gelmemiştir”.İnönü’ye göre, Başbakan Menderes’in de beyanatından olayların başından itibaren haberdar olduğu anlaşılmaktaydı. Tüm bu gelişmelerin ışığında TBMM de açık kalmalı ve gelişmeleri yakından ilan edilmesinin ardından muhalefet partileri sıkıyönetim süresince propaganda faaliyetlerini durdurma kararı aldılar. Bu karar, sadece sıkıyönetimin ilan edildiği 3 il için değil, tüm ülke için 19 Eylül 1955 tarihinde Ulus gazetesinde “Çetin İmtihan” adıyla 6-7 Eylül olaylarını ele alan bir yazı yazdı. Yazıya göre, 6-7 Eylül olaylarının çözmeye mecbur olduğumuz karanlık bir işti. Bu olaylarla Türkiye’nin iç ve dış politikası çok önemli bir döneme girdi. Olayların yarattığı etkiler henüz tam olarak kavranmamıştı. Türkiye bu etkilerden uzun yıllar kurtulamayacaktı. TBMM’nin Eylül ayı sonunda tekrar toplanmasını isteyen İnönü, “İktidar Grupunun bu mevzuu düşünmelerini isteriz. İcra Vekilleri sık sık değişiyor, Meclis murakabesi fiilen kesilmiştir. Örfi İdarenin temas ettiği mercilerin mütemadiyen değişmesi umumi dikkatten uzak kalamaz. Bugün Hükümet Büyük Meclis’e hesap vermek durumunda olarak ayrılmıştır” diye yazdı. İnönü’nün bu yazısından dolayı Ulus gazetesi sıkıyönetimce süresiz olarak ve bu yazıyı aktaran Hürriyet ve Tercüman gazeteleri de 15 gün süreyle kapatıldı. 29 Kasım tarihli DP Meclis Grubu toplantısı, DP Tarihi’nin en büyük Meclis Grubu ayaklanmasına tanık oldu. Bu toplantıda bütün bakanlar istifa ettirildi. Menderes, sadece şahsı için güvenoyu alabildi ve birçok kez kürsüye gelerek Meclis Grubu’nu okşayıcı konuşmalar yaptı. Bunlardan birinde şunları ifade etti“Arkadaşlar, ben Demokrat Partinin Genel Başkanı olduğum için partimizin prestiji bakımından istifa etmiyorum. Ancak, bunu yerimde kalmak istediğim manasında kabul etmemenizi rica ederim. Sizin vereceğiniz karara her zaman memnuniyetle boyun eğerim. Siz, Türk milletinin mukadderatına sahipsiniz. Her şeye muktedirsiniz. Kuvveti, asil milletimizden aldığınıza göre, burada yapamayacağınız şey, alamayacağınız hiçbir karar yoktur”.Hükümet DP Meclis Grubu tarafından düşürülünce Bayar, hükümeti kurma görevini yeniden Menderes’e verdi. Hükümet Programı üzerine 16 Aralık’ta CHP adına TBMM’de konuşan İnönü, 6-7 Eylül olaylarına değindi ve Menderes’i eleştirdi“… 6-7 Eylül vukuatından vahim bir surette mesul olan Bay Adnan Menderes’in hükümetin başından ayrılması gerekir.…Üçüncü Adnan Menderes Hükümeti hakkında er geç Meclis tahkikatı açılması, zaruri ve mukadderdir. Bu vaziyette iken onun dördüncü kabinesini de teşkile memur edilmesi de bir talihsizliktir”.Menderes’in kendisine cevap vermesi üzerine tekrar kürsüye gelen İnönü, Menderes’in yeniden hükümet kurmasını memleket menfaatlerine uygun bulmadıklarını söyledi. İnönü’ye göre iktisadi çöküntüden, demokratik rejimin gördüğü bütün zararlardan, 6-7 Eylül olaylarından ve dış politikadaki icraatlardan tamamıyla Menderes sorumluydu. 6-7 Eylül olaylarından belki DP suçlu değildi ama –Menderes dahil- Bakanlar Kurulu üyelerinden sorumlu olanlar vardı. DP Meclis Grubu da, tarih önünde Adnan Menderes’in bu olaylardaki sorumluluklarına ortak olmamalıydı. Ancak CHP, CMP ve Hürriyet Partisi’nin muhalefetine rağmen, Hükümet, DP milletvekillerinin oylarıyla güvenoyu aldı. 6-7 Eylül olayları sırasında görevde bulunan Başbakan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında tahkikat açılması için CHP milletvekillerinden Mehmet Hazer’in verdiği önerge, 13 Ocak 1956 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Oturum bir hayli tartışmalı geçti. Menderes’in birkaç kez kürsüye geldiği oturumda CHP adına Nüvit Yetkin, Hürriyet Partisi adına Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve CMP adına Osman Bölükbaşı konuştu. Yetkin konuşmasında olayların önceden organize edildiğine dair şunları söyledi“Hadisenin İstanbul ve İzmir’de bir anda başlaması, hadisenin içinde olanların nakil vasıtalarını bir anda bulabilmesi, tahrip için aletlerin hazır olması şüpheleri caliptir. Bu şüphelerin sebeplerinin bilinmesi göre, bir hafta evvel muhtarlardan bazı kimselerin hüviyetleri sorulmuştur. Hadise günü 5-10 ekip aynı zamanda harekete geçmişlerdir. …Polis vakayı önlememiştir. …İstanbul Valisi, Halk şarj olmuştur, merak etmeyin, deşarj olacaktır’ diyor”. Menderes ise, olaylarda hükümetin parmağı olmadığını, iddiaların devlete zarar verdiğini ileri sürerek, muhalefetin Menderes’i başbakanlıktan indirmek istediğini ileri sürdükten sonra “Fakat siz avucunuzu yalayın. Size o fırsatı vermeyeceğim” dedi. Yapılan oylamada, DP’lilerin oylarıyla önerge sonundaki DP Meclis Grubu’ndaki isyan neticesinde Menderes bakanlarını feda ederek kendini kurtarmıştı. Ayrıca DP Meclis Grubu’na antidemokratik kanunların değiştirilmesi gibi vaatlerde bulunmuştu. Ancak yeni hükümetin kurulması ve Meclis Grubu’nun desteğinin sağlanmasının ardından demokratikleşme konusu da tavsadı. Muhalefet partileri DP içerisindeki gelişmeleri sessizce ve bu konuda pek de yorum yapmadan iktidarı, kendi içerisindeki muhalefeti etkisiz hale getirdikten sonra tekrar otoriterleşme eğilimine yöneldi. Bu konudaki yasal düzenlemelerin TBMM gündemine gelmesi üzerine İnönü, 1 Haziran 1956 tarihli Ulus ve Dünya gazetelerine bir başmakale yazdı. Bu yazıyı iktidara gelenlerin otoriterleşme eğilimlerine ve ideallerinden uzaklaşmalarına dikkat çekerek, iktidarı destekleyenleri uyararak bitirdi“1908 meşrutiyet inkılâbını yapanlar, tarihimizin en temiz inkılâpçılarıydılar. 5-6 senede kendilerinden başka kimsede liyakat olmadığını sanır hale gelmişlerdir. …İktidarı destekleyenleri uyandırmak isterim. Gidiş tehlikedir. Mesuliyetinizi biliniz”.Kaynak Hakkı Uyar, Yenilgiden Umuda, CHP Tarihi 1950-1960, yayınlanmamış çalışmadan derlenmiştir.Prof. Dr. Hakkı UYAR Oluşturulma Tarihi Eylül 10, 2005 0000Elli yıl öncesi. İlk gençlik günlerimden belleğimde kalan bir görüntü. Evin penceresinden bakıyorum, caddelerde top top kumaşlar. Yerde sürüklenip bırakılmış vahşete dönüşmüş dehşet görüntüleri. 6-7 Eylül 1955’te yaşananları bir kitapta okurken, o bilgiler bana bir kitabın sayfalarında değil, biyografimden kesitler gibi Güven’in Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6/7 Eylül Olayları çalışması küçük bir provokasyonun nelere mal olduğunu, milliyetçilik kisvesi altında yakıp yıkmaya sebep olduğunu belgeler, fotoğraflar, dünü iyi anlayıp tahlil etmenin, bugünkü provokasyonları önlemede yararlı olacağı dönüm noktalarının hareketleri, bence güncel tarihin Çoker Arşivi’nden oluşan 6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler kitabını da mutlaka incelemek ifadeleri bile kitlelerin, yönlendirilmiş sağlıksız coşkuların incelenmesi gereken Bölgesi Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görev yapan emekli Tümamiral Fahri Çoker’in arşivini Tarih Vakfı’na bağışlayarak bunun yayınlanmasını sağlaması, gerçek milliyetçilere, genç kuşaklara verilmiş önemli bir Tümamiral Fahri Çoker’in biyografisini mutlaka okumalısınız, yaptığı başka çalışmaları da başladı 6-7 Eylül olayları? 6 Eylül 1955 günü saat devlet radyosu, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurdu ve bu haber öğleden sonra İstanbul Ekspres gazetesinin iki ayrı baskısıyla masum bir protesto gibi başladı ve İstanbul ve İzmir’den, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere yönelik bir harekete Güven’in kitabını okuduğunuzda; benim için en üzerinde durulması gereken bölüm, olayların ardındaki kitabın nasıl yazıldığı, kaynaklara nasıl gidildiği, çalışmanın ciddiyeti konusunda fikir bir tahrikin olumsuz sonuçlarını Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgelerde vermesi olağandı. Çünkü gayrimüslim nüfusun gerek ticarethaneleri, gerek işyerleri bu semtlerde yoğunlaşmıştı. Sanırım bu kitapta yorumlar, bilgiler kadar okuru etkileyecek insan tanıklıklarıdır. Çünkü o günün ruhunu yansıtması bakımından ilgi çekici, onun için de o metinlerden örnekleri yazıma büyümesinde olaylar bittikten sonra sorumlular, suçlular aranınca, ilk neden bulundu Güvenlik Güçlerinin Pasifliği.’Alman konsolosluğunun raporlarında da verilen talimatın gevşekliğinden söz saldırılarda, Fuar’daki Yunan pavyonu yakıldı. Ankara’da güvenlik güçlerinin başında Kemal Aygün olayları önledi; İzmir’de Rum bayraklı teknelere yapılacak hücumu da, Türk savaş gemilerinin subayları okuduğunuzda göreceksiniz ki, birçok Türk de bu olayları önledi, özellikle Rum komşularını bu öfke selinde boğulmaktan kurtardı. Maddi hasar çıkarıldığında en yüksek kayıp oranı Rumlara aitti. Elbette bir bomba haberiyle bunca halk sokağa dökülmezdi, o günün siyasal olaylarını, ekonomik durumu, hükümetin Kıbrıs’la, Yunanistan’la ilgili sorunlarını, bunları topluma yansıtma biçimlerini de değerlendirme dairesi içine almak önüne Kıbrıs Türk’tür’ levhasının asılması bile o günün havasını yeterince ardından 11 Eylül 1955’e kadar ihbar sayısı 1500’ü bulmuştu. Maddi hasarlar bağışlarla ödendi, bankaların adına açıklama yapan Fuat Köprülü, suçlular, tahrikçiler arasında komünistleri de sorumluluk alanına çekilmesi daha sonraki dönemlerde de uygulanan bir Gökay, bu konuda iktidarı Eylül Olayları’nın çıkışı, yayılışı konusu, 1960 darbesi sonunda Yassıada’da ele alındı. Azınlık politikalarına bakıldığında, bazı unsurlar için devletin bir program yaptığından söz edilebilirEkonomi ve Bürokrasinin Türkleştirilmesi, Dilin Türkleştirilmesi, Kültür ve Eğitim Kurumlarının Türkleştirilmesi, İskan Güven’in kitabı cumhuriyetten bu yana bazı kavramların gelişme çizgisini, seyrini tarihi perspektiften anlamak için çok önemli ipuçları bulunuyor bu Eylül Olayları Fotoğraflar-BelgelerFahri Çoker ArşiviTarih Vakfı Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında6-7 Eylül OlaylarıTarih Vakfı1955 saldırıları, İstanbul’da bir cemaatin varlığının sona erişidir1950’ler Türkiye’sindeki ulusal-siyasi durum, tamamıyla 1930’lu ve 40’lı yılların devamı olarak görülebilir. Buradaki somut araştırma konusunu oluşturan, 1955 yılında meydana gelen 6-7 Eylül Olayları da, ekonomik hayatın millileştirilmesi ve etnik homojenleştirme bağlamında Eylül 1955’te, İstanbul ve İzmir’de, bu kentlerde yaşayan gayrimüslimlerin mülklerine saldırılmıştı. Dönemin başbakanı Adnan Menderes’in açıklamasına göre bu olayların sebebi, milliyetçi Türk basınında da ayrıntıyla haberleştirilen iki gelişmedir1 Sözde, Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ın Türk azınlığına karşı bir saldırı hazırlığı içindeydi. Bu durumda Hürriyet gazetesinin yazı kurulu misilleme tehdidiyle karşılık verdi ve hararetle İstanbul’da, saldırabileceğimiz yeteri kadar Rum’un yaşadığını’ İstanbul Ekspres adlı akşam gazetesinin 6 Eylül 1955 tarihli bir haberine göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu Selanik’teki evde bir bomba Menderes, bu olayın Türk halkını öfkelendirdiğini ve spontane bir biçimde Rum azınlığa saldırıldığını iddia etti. Birkaç gün sonra, hükümet açıklaması tekrar gözden geçirilerek değiştirildi; buna göre, olaylar Türk komünistleri tarafından planlanmış ve hayata geçirilmişti. Olayları, 9 Eylül 1955’te 2000’in üzerinde insanın komünist’ görüşlerinden dolayı tutuklanması izledi. Ancak, 1955’teki saldırıların gerçekte devletin yöneticileri tarafından planlandığını ve hayata geçirildiğini gösteren yeteri kadar dayanak saldırıları, İstanbul’da özellikle Rum-Ortodoks bir cemaatin varlığının sona erişine işaret eder. 1955’ten sonra giderek artan sayıda, Rumlar Yunanistan, Avustralya veya Kanada’ya göç etmek üzere İstanbul’u terk HIZLAN'IN SEÇTİKLERİMehmet Eroğlu Düş Kırgınları AgoraTomas Lappalainen Mafya YerdenizHilmi Yücebaş Edebiyatımızda Mevláná L&MYiannis Xanthoulis Bahçede Bir Türk GalataAslı Daldal 1960 Darbesi ve Türk Sinemasında Toplumsal Gerçekçilik Homer 6-7 Eylül Olayları, 6 Eylül 1955 akşamı İstanbul ve İzmir’de DP Hükümeti ile çeşitli devlet kurumları tarafından organize edildiği sanılan halk kitlelerinin Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığına dair düzmece haberi bahane göstererek Rum ve diğer azınlıklara ait ev, işyeri ve dini yapıları iki gün boyunca talan etmesi suretiyle gelişen pogromun adı olup, İstanbul Rumlarınca “Eylül’de olanlar” anlamına gelen Septemvriana επεμβριανά adıyla anılmıştır. 6-7 Eylül Olaylarının Arka Planı Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos’un Ağustos 1928’de İsmet Paşa’ya ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Bey’e gönderdiği mektuplarla Türk toprakları üzerinde hak etmediğini bildirmesinin ardından olumlu yönde gelişen Türk-Yunan ilişkileri, Venizelos’un İstanbul ve Ankara, Tevfik Rüştü Bey Atina ziyaretleri, 1930’da Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik, 1934’de Balkan Antantı ile 1938’de Türk-Yunan tarafsızlık antlaşmalarının imzalanmasıyla güçlü bir ivme kazanmıştır. Taraflar arasında 12 Ocak 1934’te Venizelos’un Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ya da 1941 yılında Türkiye’nin Kurtuluş gemisi vasıtasıyla açlık çeken Yunanistan’a gıda yardımı yapması gibi dostluk gösterileri yaşanmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında Müttefikler, Sovyet tehdidine 6-7 Eylül Olayları sonrasında Beyoğlu İstiklal Caddesinde tanklar karşı iki ülkeyi de Truman Doktrini kapsamında kucaklarken 5 Haziran 1947’de Marshall planından yararlanmalarını, Avrupa Konseyi’ne kabullerini sağlamış, Soğuk Savaş ortamında aynı tarafta yer almaları politik ve askeri olarak iyice yakınlaşmalarını sağlamıştır. 1954’te Balkan Paktı’nın yenilenmesinin ardından Yunanistan’ın, halkının büyük çoğunluğu Rum olan Kıbrıs’a self determinasyon hakkı tanınması için BM’ye başvurması üzerine Türk-Yunan ilişkileri ister istemez gerilmiştir. Kıbrıs üzerindeki ayrıcalıklarından olmak istemeyen İngiltere’nin ağırlığıyla başvuru kabul edilmeyince aynı yıl içinde adayı İngiliz yönetiminden çıkarıp Yunanistan ile birleştirmek ENOSİS isteyen EOKA adlı silahlı örgüt Georgios Grivas liderliğinde kurulmuş ve İngiliz güçlerine karşı gerilla faaliyetlerinde bulunmaya başlamıştır. 1 Nisan 1955’te başlayan EOKA saldırılarında 9 ay içinde 30 kişi öldürülmüş, 291 kişi yaralanmış, 1260 bina hasara uğratılmıştır. 21 Haziran 1955’ten itibaren sadece İngilizler değil Enosis önünde engel olarak görülen Kıbrıslı Türkler de hedef seçilmiş, EOKA Rumların Türklerle 6-7 Eylül Olayları sonrasında Beyoğlu İstiklal Caddesinde yağma ve yıkım alışveriş yapmasını, Türklere toprak satılmasını hatta aynı otobüste seyahat edip konuşmalarını bile yasaklamaya çalışmıştır. İngiltere, Yunanistan’a karşı pozisyonunu güçlendirmek için adadaki Türk azınlığın varlığını bahane ederek Türkiye’yi de konuya müdahil etmiş, 30 Temmuz 1955’te İngiliz başbakan vekili Anthony Eden “Doğu Akdeniz’deki güvenlik konularını” görüşmek amacıyla bir konferans tertip ederek tarafları görüşmeye çağırmış, taraflar 29 Ağustos’ta Londra’da buluşmak için sözleşmişlerdir. İngilizler, Türklere konferans sırasında görüşlerini ne kadar sert ifade ederse o kadar olumlu olacağı telkininde bulununca Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, konferansın daha açılış konuşmasında Atina’ya Kıbrıs tavrında değişiklik yapmadığı takdirde Türkiye’nin Lozan Antlaşması’nı tekrar gözden geçireceği tehdidinde bulunmuştur. Atina’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde Ağustos 1954 tarihli bir kayıtta Selanik’teki Atatürk’ün evinde meydana gelecek küçük bir tahribatın Türk-Yunan dostluğunu zedeleyebileceğine rastlanması, İngiliz Milletvekili John Strachy’nin İstanbul’da ki büyük Rum azınlığın Türkiye’nin garantisi olduğu ile İngiliz Dışişleri’nden bir bürokratın Türkiye’de halkın tepkisini gösteren birkaç olayın işe 6-7 Eylül Olayları sonrasında Beyoğlu İstiklal Caddesinde harap olan mağazalar yarayacağı vurguları, İngiliz hükümetinin uluslararası sonuçları olabilecek bir olay için Ankara’yı kışkırtmış olabileceğini gösteren delillerdir. İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri ve idari varlığını sürdürmesi, Türkiye’nin bu konferans’ ta elde edeceği başarıya bağlı olup, 6-7 Eylül olayların yarattığı olumsuz havanın etkisiyle bir sonuç alınamadan 7 Eylül’de konferans kesilmesine sebep olmuş, hatta olayların akabinde Yunan radyolarından birisi 6-7 Eylül’ü İngiliz diplomasisinin planlarının ani biçimde patlak vermesinin ürünü değil, bizzat İngiliz diplomasisinin planladığı ve başarmaya çalıştığı bir şey’ olarak yorumlamıştır. Bu dönemde Menderes hükümeti, Türk kamuoyunun dikkatini 1950 sonrası yaşanan ekonomik durgunluktan uzaklaştırmak için Kıbrıs sorununu bir fırsat olarak görerek “milli mesele” haline getirmiş böylece DP’nin oy oranını da arttırabileceğini ummuştur. DP milletvekilleri dışında muhalefetteki CHP ile Cumhuriyetçi Millet Partisi de Milli davayı sahiplenmekle kalmayıp Patrikhane ve İstanbul’daki Rum azınlık aleyhine bir kamuoyu oluşturmaya çalışmış, dönemin istihbarat örgütü Milli Emniyet Hizmetleri MAH Türkiye Milli Talebe Federasyonu TMTF ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti KTC gibi oluşumları kullanarak Türk halkını azınlıklar aleyhine provoke etmeye çalışmıştır. CHP gençlik kolları Kıbrıs’ın Yunanistan değil Türkiye tarafından ilhak edilebileceği şeklinde açıklamalar yapılmış hatta Adana’dan Kıbrıs’a gitmek için gönüllü toplamaya çalışmıştır. 6-7 Eylül Olayları önceden planlanmış mıydı? 1952’de Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün Atina ziyareti resmî heyetinde yer 6-7 Eylül Olayları sırasında arabalar da yıkımdan nasibini almıştı alacak denli hükümete yakın olan Hürriyet gazetesi yazarı ve avukat Hikmet Bil 1918-2003 Ağustos 1954’te kurulan Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin KTC başkanı olurken, cemiyetin yönetim kurulu üyelerinden Kamil Önal’ın MAH üyesi ve gazeteci olması dikkat çekicidir. Devletten kuruluşu sırasında TL ve daha sonra da TL maddi yardım gören ve Ağustos 1955’e dek 3 şubesi olan KTC’nin 1 ay içinde 10 yeni şube açmış olup, aynı zamanda üyelerinin çoğunun da DP ve hükümetle ilişkili sendikalara üye olduğu 1961 Yassıada duruşmaları sırasında ortaya çıkarılmıştır. İstanbul’da yayınlanan, Hürriyet, Yeni Sabah ile İzmir’de yayınlanan Gece Postası adlı gazeteler başta olmak Türk basını Patrikhane’nin Türkiyeli Rumlardan topladığı bağışları gizlice Kıbrıs’a yolladığını hatta Kıbrıs konusunda sessiz kalarak Makarios’u desteklediğini iddia ederek, 1955 yaz aylarında özenle linç havası yaratırken, 16 Ağustos günü Hikmet Bil, Kıbrıs Türklerinin lideri Dr. Fazıl Küçük’ün Rumların Türk azınlığa karşı katliam hazırlığı içinde olduğuna dair bir mektubunu KTC’nin tüm Kadınlar da pogroma katılmıştı şubelerine gönderip, üyelerinden Londra ve Atina’nın duyabileceği erkekçe bir ses çıkarmasını talep etmesi ile kamuoyu hareketlenmeye başlamıştır. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Yunanistan pasaportu taşıyan Türkiyeli Rumların yurtdışına çıkarılmalarını talep ederken pek çok Türk soydaşlarına yardım için Kıbrıs’a gitmek için TMTF’ye topluca başvurmuştur. 24 Ağustos günü Liman Lokantası’ndaki bir yemekte Yunanistan ve Kıbrıs aleyhine konuşan Adnan Menderes, 5 Eylül’de, Hikmet Bil ile yediği bir başka yemekte Dışişleri bakanı Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği telgrafı okur Zorlu, görüşmelerin çıkmaza girdiğini “dizginlenemeyen bir Türk kamuoyundan” söz ederek elini güçlendirebilirse iyi olacağını bildirmektedir. Hikmet Bil’in bu dönemde sarf ettiği Gelecekte adayı İngilizlerden devralınca oradaki Rumlara İstanbul’dakiler gibi iyi muamele edeceğiz’ sözlerinden hatta 28 Ağustos’ta yaptığı bir açıklamada Zorlu’nun Kıbrıs’ın statükosunda yapılacak en ufak değişikliğin Lozan anlaşmasının tadili ve hatta feshi zaruretini ortaya çıkaracağını ve bunun neticesi olarak Batı Trakya, On İki Ada ve İstanbul Rumlarının durumunun yeniden gözden geçirileceğini’ açıkça belirtmesi İstanbul Rumlarının Türk siyasilerince Kıbrıs davasında önemli bir pazarlık unsuru olarak görüldüğünü gösteren delillerdir. 5 Eylül’de 3 Rum casusun tutuklandığı haberi gazetelerde yayınlanmış, Hikmet Bil Taksim meydanında Rumca gazeteleri yaktırırken, Kamil 6-7 Eylül Olayları sırasında İstiklal caddesi kumaş ve kıyafetlerle dolmuştu Önal üzerinde Kıbrıs Türktür’ yazılı 20 bin afiş bastırtıp öğrencilere dağıtmış, bayrağa ve büyüklere dil uzattığı iddia edilen Stavro adındaki bir Rum topluluk tarafından dövülmüş hatta aynı gün Patrikhane’nin kapısına Kıbrıs Türktür’ yazılı bir pankart bırakılmıştır. 6-7 Eylül 1955 yağması 5 Eylül 1955 gecesi Selanik’teki Türk Konsolosluğu’nun tam karşısında bulunan Atatürk’ün evine bomba atılmışsa da yapının sadece camları kırılmış, polisin araştırması sonucu Türk Devletinin verdiği bursla Selanik Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ikinci sınıfta okuyan Yunanistan’da yaşayan Türk azınlıktan 21 yaşındaki Oktay Engin bombayı patlatmakla suçlanmıştır. 6 Eylül 1955 günü, saat TRT radyosu Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberini verdikten sonra günlük tirajı 20-30 bini anca bulan İstanbul Ekspres adlı bir bulvar gazetesi iki ayrı baskı yaparak haberi kamuoyuna duyurmuştur. Sonradan DP’yle ve MAH’la ilişkileri ortaya çıkan gazete sahibi Mithat Perin ve Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu’nun Selanik’te yapılacak saldırıdan önceden haberdar edildikleri için kâğıt stoku yaptıkları ve günlük tirajı 30 bin civarında olan İstanbul Ekspres’i 6 Eylül günü tam 300 bin nüsha bastıkları anlaşılmıştır. Aynı gün KTC, üyelerini Taksim Meydanı’nda bir protesto mitingi için çağırır ve toplanan kalabalığın içindeki bazı gruplar İstiklal Caddesi’nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya başlarlar. Önceden organize edildiği belli olup, ellerinde çeşitli araç ve gereçlerle kazmalar, baltalar, aynı tornadan çıkmışçasına aynı boyutlarda sopalar hatta kepenkleri açmak için kaynak makineleri ve tel makasları donatılmış olarak gezen yağmacı gruplar kısa süre sonra Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler ile İstanbul’un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek gibi daha uzak semtleri hatta Asya yakasındaki kentin Asya kıtasında yer alan Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerde ve Adalar’da ev, işyeri, kilise hatta mezarlıkları bile tahrip edip, yağmalarlar. Dini yapılardaki haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edilmenin ötesinde çoğunlukla kiliseyle birlikte yakılmıştır. Saldırganlar halkı tahrik ederek eylemlerine ortak etmek için “Makarios’a ölüm”, “Kıbrıs Türktür”, “Allahsızları gebertin!” şeklinde bağırarak, ellerinde Atatürk ve Celal Bayar resimleri, Türk bayrakları taşırken, 20-30 kişilik grupların liderlerinin ellerindeki adres listelerine bakarak azınlıklara ait yapıların tahrip ve yağma edilmesini sağlamaktaydı. Sözgelimi DP’nin Kızıltoprak şubesi üyelerinden, Fenerbahçe’deki saldırgan grubunun lideri Serafim Sağlamel elinde 7 Eylül 1955 tarihli İzmir Gazetesi bir gün önce olan bitenlere rağmen tahrik devam ediyor gayrimüslimlerin adres listeleriyle tutuklanmıştır. Bu listelerin varlığından dahası gayrimüslim evlerinin bir gün öncesinde soba boyası veya tebeşirle işaretlenmesi de olayların tıpkı bombalama haberi gibi önceden planlandığının açık delillerindendir. Yangın ve hırsızlık dışında olaylara karışmama emri alan hatta tanık ifadelerine göre “Bugün polis değil Türküz” diyen polisler gerçekleşen talana seyirci kalırken bazı Müslümanlar komşularını korumaya çalışırken bazıları komşularını ihbar etmiş, hatta talan ve yağmaya katılmıştır. Görgü tanıkları Rum evlerine saldıranların, “Canınıza zarar vermeyeceğiz. Sadece yıkıp gideceğiz. Emir böyle” dediklerini bildirmişse de yediği dayak yüzünden pek çok kişi hayatını kaybetmiştir. Taşlıtarla ve Gaziosmanpaşa gibi gibi şehrin yeni gelişen varoşlarından kamyon ve minibüslere doluşarak gelen yoksul kalabalık tahrip edilen Rum ev ve işyerlerinden aldığı işine yarayan malları yüklenip evine götürmüştür. 1945-1955 arasında İstanbul’un nüfusu büyük oranda dış göçle 1 milyondan milyona çıktığı, 1955 yılında İstanbul’da 50 bin kadar gecekondu bulunduğu ve bunlarda yaklaşık 250 bin kişinin yaşadığı göz önüne alınmalıdır. Nüfusunun ancak % okuma-yazma bildiği bir ülkede taşra muhafazakârlarının gayrimüslimlere eskiden beri var olan negatif bakış açısı üzerine bir de ticareti Rumlar ellerinde tuttuğu için Türklerin fakir kaldıkları önyargısı ve Kıbrıs sorunu gibi siyasi tahriklerle birleşince muhtemelen belli sınırlar içerisinde planlanan olayların seyri değişmiştir. Yıkım ve yağma devam ederken gece sularında ordu birlikleri Beyoğlu’na gelmiş, tanklar İstiklal caddesinde boy göstermiş, trenle Ankara’ya doğru giden Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes İstanbul’a geri dönmüş, sıkıyönetim ilan edilmiş ve Korgeneral Nurettin Aknoz Sıkıyönetim Komutanı olarak atanmıştır. Saldırılar İstanbul’la sınırlı kalmamış, valinin gözleri önünde İzmir’deki Yunan Konsolosluğu yakılmış, Yunanlı 6 NATO subayının evlerini yağmalamış hatta mülk sahibi bir Rum olduğu için İngiliz Kültür Enstitüsü’ne saldırılmıştır. İstanbul ve İzmir’de 6 Eylül, Ankara’da 9 Eylül günü sıkıyönetim ilan edilmiş İstanbul’da 5104 kişi tutuklanmışsa da olaylar ertesi günde devam etmiş hatta İskenderun ve Çanakkale’ye sıçramıştır. 7 Eylül 1955 sabahı İstanbul’da durum dehşet verici olup, Taksim’den Tünel’e giden yolda yerlere saçılan eşyalar yüzünden yürümek neredeyse imkânsızdı Kaldırım taşları hatta tramvay hattı dükkânlardan çıkarılan kumaşlarla örtülmüştü, cam kırıkları etrafı tümüyle kaplamış, tabak-çanak kırıkları, 6-7 Eylül Olayları sonrasında sıkıyönetim ilanını duyuran gazete küpürü avizeler, radyolar, bisikletler, buzdolabı, masa, sandalye hatta otomobiller parçalanmış durumda etrafa saçılmıştı. İstiklal caddesinde üç dükkândan ikisi harap edilirken, İstanbul’un diğer semtlerinde bakkal, manav, sütçü ve ayakkabı tamircisi gibi esnafların dükkânları yağmalanmış, Rumların evlerine zor kullanılarak girilirken, insanlar çocuklarının gözü önünde sokaklarda sürüklenmişlerdi. 6-7 Eylül olaylarında İstanbul’un çeşitli semtlerinde 51 yangın ortaya çıkmış, Taksim’de Aya Triada kilisesi, Samatya’da 3 Rum Kilisesi, Kasımpaşa Bahriye caddesinde 1 ev ve 1 eczane, Kumkapı Çiftegelinler Sokağı’nda 1 bina, Beşiktaş Köyiçi caddesinde 5 dükkân ve 1 ev, Tarabya’da Kilise İdare binaları ve Hekimoğlu Ali Paşa kilisesi, Silivrikapı’da 2 bina, Fatih Keçeciler caddesinde 1 ev, Mecidiyeköy’de 1 ev, Sultanhamam’da Rıza Paşa Hanı, Beyazıt Yeniçeriler caddesinde 1 bina, Bakırköy’de 1 ev yakılmıştır. Sultan Hamam, Marpuççular, Mahmutpaşa, Rastıkçı sokak ve Vasıfçınar sokağında hırdavatçı, tuhafiyeci, manifaturacı, kumaşçı, oyuncakçı, gözlükçü, mefruşatçı, kunduracı, kravatçı, çömlekçi ve tülcü mağazaları harabeye çevrilmiştir. Ayakkabıcı Kevork Manokyan’ın mağazasında 200-300 çift kullanılmış ayakkabının bulunması yağmaya gelenlerin eski ayakkabılarını mağazadaki yenileriyle değiştirirken bıraktıklarını gösterirken, yağmacılar mağazada yanlarına alamadıkları bir kısım yeni ayakkabıyı da keserek parçalamışlardır. Tüm Rum okulları tahrip edilirken Zapion Rum Kız Lisesi ile Beşiktaş Rum İlkokulu tamir edilemeyecek kadar harap bir hale gelmiş, İstanbul’da ki toplam işyerinden yıkılmış ya da yağmalanmıştır. 6-7 Eylül Olaylarının Sorumluları ve Sonuçları 8 Eylül’de hükümet yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu ve zararın tazmin edileceği sözünü vermiş, 9 Eylül’de ise Maliye Bakanlığı mağdurlara vergi kolaylığı ve banka kredisi sağlanacağını bildirmişse de bu sözlerin sonradan tam olarak yerine getirildiğini söylemek zordur. Mağdurlardan bugüne dek resmi bir özür dilenmediği gibi 150 milyon lira olduğu sanılan zararın ancak 68 milyonu ödenmiş ve zarara uğraya kurumlar o yıl için gelir vergisinden muaf tutulmuştur. Celal Bayar’ın olayların akabinde ziyaret ettiği İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, ancak etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” demesi anekdotunu da tasvip eden Emniyet Başmüfettişliğinin bir raporuna göre, hükümet Yunanistan’a baskı yapmak için küçük çapta bir saldırı planlamış ama olaylar kontrolden çıkmıştır. 10 Eylül günü İçişleri bakanı Namık Gedik istifa etmesi hükümetin verip vereceği tek taviz olmuştur. 12 Eylül 1955 günü Meclis’te yapılan oturumda DP’li Rum milletvekili Hacopulos, polisin masum vatandaşlardan ziyade mütecavizleri korurcasına olaylara seyirci kaldığını, 80 yaşındaki anne ve babasının tartaklandığını ve kilisenin yakılması gibi bizzat şahit oolduğu olayları anlatmıştır. Paniğe kapılan hükümet sözde Beyrut merkezli komüist bir örgütün oyunlarına alet olduğu gerekçesiyle Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni kapatırken, sorumluluğu yaşananlarda hiçbir katkısı olmayan bir grup komüniste atarak kurtulmaya çalışmış, aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Ratip Tahir, Hulusi Dosdoğru, Müeyyet Boratav, Nihat Sargin, Asim Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo, Sevim Belli, Zehra Kosova ve İlhan Berktay’ın da bulunduğu 48 komünist tutuklanmış, Harbiye askerî hapishanesinde aylarca kötü şartlarda tutulduktan sonra yılbaşı arifesinde hiçbir açıklama yapılmadan tümü salıverilmişlerdir. Sıkıyönetim komutanı Korgeneral Nurettin Aknoz bu süreçte gazeteleri ve 6-7 Eylül Olayları konusunda komünistler dışında başka birilerini suçlayıcı haber yapmaları halinde kapatmakla tehdit ederken, tutuklananlar arasındaki sendikalı işçi yüzünden 34 sendika da kapatılmıştır. Fahri Çokerin kayıtlarına göre, Selimiye Kışlasında tutuklu olarak bulunan ve sadece 273’ü İstanbu’da ikamet eden, diğerleri Sivas, Trabzon, Kastamonu, Erzincan gibi kentlerden gelmiş veya getirilmiş 977 tutuklun 607 işçi, 86 seyyar satıcı, 71 hamal, 33 boyacı, 29 işsiz, 22 çırak, 14 çöpçü, 13 şoför, 12 tayfa, 54 üniversite öğrencisi, 9 memur, 20 tüccar, 4 astsubay ve 3 de emekliden oluşmaktaydı. Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy’de oluşturulan Sıkıyönetim mahkemelerinde sanık, Ankara’da 171, İzmir’de 424 kişi yargılanmışsa da İsmet İnönü’nün, hükümeti ağır bir dille eleştiren ve gerçek suçluları takip yerine suçsuz vatandaşlara işkence yapıldığı iddiası sayesinde çoğu serbest bırakılmıştır. Fahri Çoker, Sıkıyönetim komutanı Korgeneral Nurettin Aknoz’un 24 Eylül 1955 tarihinde 26 hâkim ve 3 adli âmirle yaptığı toplantıda hadiselerin komünistlerin eseri olduğu konusundaki görüşlerini meydanlarda salkım salkım insanların asılı olduğunu görmek istediği’ gibi tehditlerle mahkeme heyetine benimsetmeye çalışınca adli süreç tıkanmış, olayı organize eden hiç bir kurumun adı iddianamede geçmemiştir. Böylece suçun gerçek failleri aklanırken halk arasından yağmaya karıştığı belirlenen 228 kişi hafif cezalara çarptırılmıştır. 6-7 Eylül olaylarının merkezinde yer alan KTC üyeleri sadece olaylardan bir gün önce Taksim Meydanı’nda öğrencilere yaktırılan Rumca gazetelerden dolayı suçlanmıştır. DP’nin etkili isimlerinden tarihçi Fuat Köprülü ve Meclis Başkanı Refik Koraltan mecliste Komünistlerin suçlu olduğu tezini işlerken, Adnan Menderes komünistleri suçlu çıkarmak için Amerikalı bir uzman getirtmişse de adam komünistlerin o kadar güçlü olmaları halinde, dükkânları tahrip etmek yerine devrim yapmayı tercih edeceklerini bildirmiştir. Bu süreçte MAH üyesi olduğu iddia edilen Oktay Engin ile Selanik’teki Türk konsolosluğunun bekçisi Hasan Uçar Yunan polisince Selanik’teki Türk konsolosluğunun bahçesinde bomba patlattıkları için “Yabancı mala zarar vermek ya da verdirmek suretiyle Yunanistan’ın başka bir ülkeyle ilişkilerini bozmak” suç isnadıyla tutuklanırken bombayı Türkiye’den getirdiği iddia edilen başkonsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp diplomatik dokunulmazlığı gerekçesiyle yargılanmaktan kurtulmuştur. Selanik’te 9 ay hapis yatan Oktay Engin, Türkiye’nin baskısı sonucu tutuksuz yargılanmak üzere hapisten çıkarılınca Gümülcine Türk Konsolosluğu tarafından Türkiye’ye kaçırılmış, Başbakan Menderes ile İstanbul Valisi Gökay’ın yardımları ile yarım bıraktığı tahsilini Türkiye’de tamamlamış, emniyet müdürlüğü, kaymakamlık ve Nevşehir valiliği görevlerine getirilmişse de hakkındaki suçlamaları hiçbir dönem kabul etmemiştir. Engin yıllar sonra gerçekleştirdiği bir söyleşide bombalama eylemini Atatürk’ün evinin bulunduğu semte yerleştirilen Türkiye’den göçen Rum kökenlilerin yaptığını iddia etmiştir. 6/7 Eylül Olayları sonrasında muhalefet partisi CHP’nin lideri İsmet İnönü meclis toplantılarında yaşananlardan dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirmemekle kalmamış, “Demokrat Parti grubunun, olayları ciddi şekilde tartıştığını tespit ettik. Hükümetin anavatanın büyük bir tehlikede olduğunu idraki, partiler arası rekabete, üstün gelmiştir” sözleriyle hükümetin aldığı sıkıyönetim kararını desteklemişse de aradan aylar geçmesine karşın hükümetin olayı araştırmaktan ziyade kapatmaya niyetli olduğunu fark edince Adnan Menderes’in istifasını istemiştir. CHP, 26 Aralık 1955 günü TBMM’ye Başbakan Adnan Menderes ve İç İşleri Bakanı Nazım Gedik için 6/7 Eylül Olaylarında hakkında tahkikat açılması için önerge vermişse de DP’li milletvekillerinin sayıca üstünlüğü yüzünden önerge reddedilmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından darbeciler, 6-7 Eylül’ü aydınlatmaktan ziyade DP’yi daha fazla yıpratmak için dosyayı yeniden açmış, MAH askeri bir oluşum olduğu için DP avukatlarının ısrarına rağmen davada yine adı anılmazken, 6-7 Eylül olayları DP iktidarının hazırladığı bir tertip olarak sunularak Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu 6’şar, İzmir Valisi Kemal Hadımlı ise 4,5 yıl hapse mahkûm edilmiş, böylece sadece siyasiler suçlanırken devlet yeniden temize çıkarılmıştır. Yassıada davalarında zamanın NATO Büyükelçiliğinde ikinci kâtiplik yapan Coşkun Kırca, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra Konferansının devam ettiği sırada Başbakan Menderes’e gönderdiği İngilizlerin, Yunanlıların self determinasyon vaatlerine meyledecekleri sezilmekte olup bu hususta çalışılması gerekmektedir. Biz ve gazeteciler elimizden geleni yapıyoruz. Ayrıca Başbakanın ilgililere gereken emirleri vermesinde büyük fayda olacaktır.’’ içeriğindeki telgrafın varlığını açıklayınca Zorlu telgrafın varlığını onaylarken olay çıkarılmasını sipariş etmediğini’ sadece diplomatik önlemleri’ ’kastettiği söyleyerek kendini savunmuştur. Demokrat Partinin kurucularından Mehmet Fuad Köprülü 6-7 Eylül Olayları sonrasında sessiz kalmasına rağmen 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra gazetelere Hadiseler, Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir’ demecini vermiş, hatta Selanik’te atılan bombanın bizzat Menderes ve Zorlu tarafından tertip edildiği kanaatinde olduğunu bildirmiştir. Bu itirafın ardından Yunanistan’da gençlik örgütleri tertiplenirken, Yunanistan Türkiye’ye resmi olarak Nota göndermiştir. DP iktidarı tarafından suçlanmış, hatta aleyhlerinde hiçbir delil olmadığı halde aylarca hapsedilen komünistlerden Aziz Nesin’de sonradan olayları değerlendirirken 6/7 Eylül olaylarının tek sorumlusu DP iktidarıydı. İstanbul’da Rum azınlığa karşı bir gövde gösterisiyle, kamuoyunun gerektiğinde bu amaç için bir savaşı bile göze alabilecek duyarlılıkta olduğunu dünyaya kanıtlamak istemişti. Ama elbette bu yağmayı, bu kıyımı, bu çapulu istememişti. Düzenlenen 6/7 Eylül etkinliği başladıktan sonra yönetim hükümet kuvvetlerinin elinden çıkınca, yağma, çapulculuk ve kıyım başlamıştı” sözleriyle Demokrat Parti hükümetini suçlamıştır. 1991 yılında tuğgeneral rütbesiyle Özel Harp Dairesi başkanlığı yapan Sabri Yirmibeşoğlu’nun sonradan inkâr etse de gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söylediği “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” sözleri de 6-7 Eylül olaylarındaki devletin olaylardaki sorumluluğunu göstermesi açısından ilginç bir itiraftır. 1994 yılında ise Yunanistan’da yayınlanan Yeditepe gazetesinin sahibi Mihail Vasiliadis, 6 Eylül günü İstanbul Ekspres’te yayınlanan fotoğrafların konsolosunun eşi tarafından 3 Eylül Cumartesi günü yani bombanın patlatılmasından 3 gün önce Selanik’te fotoğrafçılık yapmakta olan Bay Kiryakidis’e teslim edilen düzmece fotoğraflar olduğunu iddia etmiştir. 1956 yargılamalarında Sıkıyönetim Mahkemesi Adli Müşaviri olan Tümamiral Fahri Çoker arşivindeki fotoğraf ve belgeleri, ölümünden sonra yayımlanmak üzere Tarih Vakfı’na bağışlamış, Fahri Çoker arşivinden de yararlanarak kapsamlı bir araştırma yapan, Almanya Bochum Ruhr Üniversitesi Tarih Fakültesi’nden Dr. Dilek Güven’in 6-7 Eylül’ adlı kitabında o güne dek karanlıkta kalan pek çok ayrıntıyı belgeleriyle ortaya çıkarken, yerli basına sansür getirip, yabancı gazetecilerin fotoğraflarına el konulduğu için zamanında yayınlanmayan fotoğraflar ancak 2005 yılında yayınlanabilmiştir. Azınlıklar neredeyse hiçbir direniş göstermemesine karşın olaylar sırasında Fahri Çokerin arşivindeki resmî belgelere göre 5 bin 317 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 azınlık okulu ayrıca fabrika, otel, bar gibi mekânlar gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğramış, 11 kişi ölmüş Fransız ve Alman Başkonsolosluklarının hazırladığı raporlara göre 2’si Ortodoks papaz olmak üzere 13-16 Rum ve 1 Ermeni öldürülmüş, yüzlerce Rum kadın tecavüze uğramış sadece Balıklı hastanesine 60 kadın başvurmuş olup Yunan kaynakları 200 sayısını vermektedir, aralarında rahiplerin de olduğu bazı Hristiyan erkekler zorla sünnet edilmiş, saldırganlar da dâhil 300-600 arasında kişi hastaneye başvurmuştur. Yunan Enformasyon Servisi ise, özel mülkün ve dini kurumların uğradığı zararın toplamını 165 milyon TL 60 milyon dolar olarak verirken, 1004 ev, 4348 dükkân, 27 eczane ve laboratuar, 21 imalathane, 110 restoran, cafe ve otel, Şişli ve Kınalı’daki büyük Rum mezarlıklarının zarar gördüğünü bildirmiştir. ABD Başkonsolosluğu’nun raporuna göre uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere ait olup, Müslüman olmuş bazı Beyaz Ruslara ait mekânlar bile tahrip edilmiştir. Bununla birlikte polisin önlem aldığı Patrikhane ve çevresi ile Eyüp’tte yer alan 263 fabrika gibi yağmacılara önceden hedef olarak bildirilmeyen yerler zarar görmemiştir. Kınalıada emniyet amirinin adaya kayıklarla talana gelen kafileyi burası tamam siz başka yere gidin!’ diyerek adaya sokmaması, Büyükada ve Heybeliada’nın Müslümanları yağmaya bizzat katılırken Kınalıada halkının dayanışma göstermesi de bir diğer ilginç örnektir. 6-7 Eylül olayları 80-100 bin kişilik İstanbul Rum Cemaatinin kenti topluca ve birdenbire terk etmesi 6-7 Eylül 1955 tarihinde, İstanbul'da yaşayan azınlıklara yönelik korkunç bir yağma ve tahrip hareketi başlatıldı. Yakın tarihimizin en büyük kara lekelerinden biri olan bu vahim olayları bizzat yaşayanların ağzından okuyalım. Olaylar böyle başlamıştı1955 yılında, milliyetçi güçlerin kıbrıs politikasına halk desteği sağlamak amacı ile uydurduğu bir yalan haberin atatürkün evinin bombalanması gazetelerde yayınlanmasının ardından galeyana gelen halkın azınlıklara yönelik şiddet hareketi. olaylar yatıştıktan sonra çok sayıda sol görüşlü aydın olaylara sebep olmaktan tutuklanmışlardır. istanbulda özellikle beyoğlu ve büyükadada yaşayan azınlıklara yönelik katliam ve yağma hareketinin olduğu günler. tarihi sanırım 1955'ti. lefter, toto karaca, ara güler gibi isimler de zarar görmüştür yağmalardan. ancak en büyük zarar tarihte türkiyenin hanesine yazılmıştır. atanın evi selanikte bombalandı haberi üzerine patlak vermiştir. intikam hareketidir. haber asılsız çıkmıştır. haber doğru çıksa da kabullenilemeyecek bir durumdur. Yaşayanlar anlatıyor"ortalık velveleye verilince dükkandan çıkıp hızlı adımlarla eve gidiyordum. 10-15 kişi peşime takıldı. nasıl oluyorsa rum olduğumu hemen anladılar. cüzdanımı çıkardım ve 'alın. hepsi sizin olsun. saatimi de alın. helal olsun.' dedim. buna yanaşmadılar. 'önce ifadeni alalım sonra paranı da alırız' sırada genç yağız bir delikanlı belirdi. polisti. bıyıkları yeni terliyordu. tertemiz bir anadolu çocuğuydu. silahını çekti ve adamların üzerlerine doğrulttu. 'utanmıyor musunuz ulan milletin rızkına göz koymaya? adamı rahat bırakmazsanız hepinizi gebertirim siktirin gidin lan burdan' dedi. şakası yoktu. silahını en öndeki, grubun başı olduğu belli olan adama doğru doğrultarak yaklaştı. bense çok korkmuştum ve bu delikanlıyı izliyordum. başardı... adamlar bana dokunamadan taksime doğru giderek kalabalığa bu genç delikanlıya bir teşekkürden daha fazlasını borçluydum..."6 eylül 1955 cihangir-istanbulolayı anlatan dedem. çok çok yakınım ve olayı bizzat gözlemlemiş birinin ağzından" 1955 yılında ben 9 yaşındaydım. 6-7 eylül gecesi ailemle birlikte izmir-istanbul seferi yapan "adana" vapurundaydım. sabah istanbul'a indiğimizde etrafta bir telaş ve karaköy'deki bazı dükkanların önünde atılmış çeşitli eşyalar gördük. henüz gazete falan evimize gitmek üzere taksiye bindik. ilk olarak taksicinin babama olayları kendine göre anlattığını hatırlıyorum. levent'e o zaman direkt olarak şimdiki metro girişinin olduğu çarşı caddesinden giriliyordu. o caddenin o sabahki halini dün gibi hatırlıyorum. şimdi yeni eczane'nin bulunduğu dükkanın yanında istanbullu bir rumun sahibi olduğu "tadal" pastanesi bulunuyordu. geceki güruh, pastanede cam çerçeve bırakmamış, pastalar, tatlılar vs. sokak ortasına saçılmıştı. pastacı, zaten geçilen yazda bizim de akranımız olan oğlu niko'yu hatırladığıma göre tetanoz'dan kaybetmişti. onun üzerine bir de bu felaketle karşılaşmış evimize vardık. benim mahallede en iyi arkadaşım, karşımızdaki evde oturan benden bir yaş büyük stefo idi. babası beyoğlu'nda gömlekçilik yapıyordu. babam hemen onlara hallerini sormaya uğradı. tabii adamın dükkanı da paramparça edilip yağmalanmıştı. olayların o gece de devam edeceği endişesi herkeste vardı. bir tedbir olarak stefo ve ablası artula geceyi bizde geçirecekti. abla yukarıda kızkardeşimle yatarken biz de bodrum katta stefo ile yer yatağında babamın anlattığına göre, ellerinde isim listeleri ve el fenerleri ile bir grup geceleyin evleri teker teker dolaşarak gayrımüslim aramayı sürdürmüşler, hatta babam karşımızdaki evde türklerin oturduğunu, o anda seyahatte olduklarını söyleyip grubu gün, teyzemle birlikte taksim'e gittik ve galatasaray'a kadar, o yerlere saçılmış eşyaların arasından yürümeye çalıştık. 2 gün geçmesine rağmen hala ortalık mezbele gibiydi. güz sancısı filmindeki sahneler abartı olaylardan sonra, en azından benim tanıdığım rumlar, yavaş yavaş hazırlıklarını yaparak, en önce çocuklarını yunanistan'a gönderdiler, sonra da evlerini eşyalarını haraç mezat satarak yurtlarından ayrıldılar. kalanlar da, 1964 kıbrıs olaylarından sonra gittiler olaylar bende derin bir iz bıraktı. o zamanlar tramvay'da otobüste rumca konuşanlara o çocuk halimizle gaza gelip "vatandaş türkçe konuş" sloganı attığımızı düşününce utancımdan yerin dibine geçiyorum. ermeni ve yahudiler kendi dillerinde pek konuşmazlardı1950-60'ların o çok kültürlü, kozmopolit istanbul'undan işte bu günlere kimin düzenlediğine gelince, o sırada sivil polis olan dayımın kendilerine hiçbir şekilde güruha müdahale edilmemesi emrinin verildiğini söylediğini hatırlatayım."6-7 eylül olaylarının belli bir bölümünü bizzat yaşamış birinden anılar böyle. "onbeş gün önce gol attığımda omuzlardaydım''o gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım. en kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. evde ne pencere, ne kapı kalmıştı. kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. istanbul'dan emniyet müdürü evime geldi. gece gördüğü manzara karşısında 'aman allahım' sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.lefter küçükandonyadis Lefterfenerbahçeli futbolculardan melih ılgaz, anlatıyor"lefter için endişelendik ve büyükada'ya gittik. ibrahim kösem, niyazi tamakan ve şükrü ersoy birlikte lefter'i korumak için onun evinde kaldık." fenerbahçe'nin o zamanki kalecisi şükrü ersoy da şöyle anlatıyor "lefter'i korumak için bir gece evinde kaldık, ertesi gün birlikte idmana gitti. birçok yabancı asıllı istanbul'u terketti ama, o gole devam etti."keşke istanbul'da yaşayan halk , katliama uğrayan bu insanlarımızı koruyabilseydi. iki gündür kız arkadaşımın suratına bakamamama neden olan kendisi bu olaylar yüzünden kimseye kin gütmüyor ya da negatif yaklaşmıyor ama ailesinin başına gelenleri de kolay kolay unutamıyor. düne kadar sadece bir kere konusu açılmıştı, onda da "tamam ya bitmiş olay. geçti gitti“ diye geçiştirmişti. geçen akşam ailesi ile konuştuktan sonra biraz yüzü düşünce eğer kendisini kötü hissetmeyecekse anlatmasını rica ettim. olaylarla ilgili bilgim olmasına rağmen zamanında olayları yaşamış bir aileden gelen kişiden duymak istedim. o da saolsun mümkün olduğunca ailesinden öğrendiklerini bana aktarmaya beyoğlunda bir dükkanı varmış, kumaş alıp satıyormuş. dediğine göre çok da seveni varmış bölgede. kendisi de istanbul aşığıymış hala fırsat buldukça gitmeye çalışıyormuş istanbul’a. evlerinin tam olarak nerede olduğunu bilemedi ama anladığım kadarıyla galata taraflarında oturuyorlarmış. dedesinin kız kardeşi de eşiyle birlikte galatasaray lisesi’nin orda. dönemin politik gerginliklerinden ötürü dedesi zaten bir şeylerin olacağını sezmiş ama bu kadar da büyüyeceğini düşünmüyormuş. hatta dedesi kardeşini arayıp selanik’teki evlerini temizlemesini, belki bir süreliğine tatil bahanesi ile gelebileceklerini söylemiş. bu arada kız arkadaşımın annesi yeni doğmuş ve dayısı da 3 yaşındaymış. olaylar ilk başladığında dedesi dışarıdaymış. ne olduğunu tam anlayamamış. bir arkadaşı "bizi öldürmeye geldiler" diyince hem ailesini merak ettiği hem de kendisini korumak için eve koşmaya başlamış. o ana kadar gördükleri kadarıyla olaylara karışanların arasında beyoğlu’nda daha önce görmediği tipte insanlar varmış. daha çok istanbul dışından gelmiş gibi görünen bu kişiler etraftaki her şeyi yakıp yıkıyorlarmış. dedesi, beyoğlu’ndan tanıdığı bir kaç türk esnaf arkadaşının koruması sayesinde ellerine türk bayrağı alıp dedesini araya almışlar, sanki onlar da saldırıyorlamış gibi hızlı hızlı yürümeye başlamışlar zarar görmeden evine ulaşabilmiş. evin kapısında türk bayrağı asılıymış ve ailesi evde yokmuş. adam korkudan ne yapacağını bilemez haldeyken bir türk komşusu gelmiş ve ailesini kendi evine götürdüğünü, kilerde sakladığını söylemiş. önce dedesi ailesinin yanına gitmiş ve onların güvenliğinden emin olduktan sonra kız kardeşine de bakmak için dışarı çıkmak istediğinde arkadaşı bırakmamış. "teo dışarı çıkarsan seni öldürürler“ diye adamla kavga ederek, hatta diğerlerinin de adamın ellerini bağlaması ile zorla evde tutmuşlar. bir arkadaşı dedesi yerine kendisinin bakacağını ve haber getireceğini söylemiş. tam 3 saat boyunca o kilerde korkarak beklemişler ailecek. o sırada eve girenler çıkanlar, dışardan haber getirenler... giden arkadaşları bir türlü geri dönememiş henüz. o geri dönemeyince de dedesi iyice meraklanmış. bir süre sonra ortalık hafiften sakinlemişken eve nasıl getirdilerse yine aynı şekilde çıkarmışlar dedesini. yakılmış, yıkılmış beyoğlu’nun içinden geçerken dedesi ağlamamak için kendisini zor tutmuş. kız kardeşine giderken dükkanlarının önünden geçmişler. sağlam tek bir şey kalmamış içeride. ne var ne yoksa ya kırmışlar ya da alıp sokaklara saçmışlar. "cana geleceğine mala gelsin“ demiş ama ekmek kapısını o halde görünce içinden bir şeyler kopmuş. ama esas şoku kız kardeşinin evine gelince kapısı açıkmış ve binadaki camların büyük bir kısmı içerdeki eşyaları dışarı atarlarken kırılmış. o anda kendini kaybetmiş dedesi ve bağırıp, ağlayarak katları çıkmaya başlamış. kız kardeşinin evinin kapısı açıkmış... içeri girdiğinde bütün eşyaların kırıldığını, parçalandığını ya da dışarı atıldığını görmüş. içerden bir ağlama sesi geliyormuş sadece. içerdeki odaya girdiğinde kız kardeşini köşede ağzı yüzü kan içinde ağlarken, eşini de yatağın üzerinde baygın bir şekilde bulmuş. dediğine göre apartmana giren yağmacılar zorla kapıları kırıp içeriye giriyor, evde birileri varsa önce dövüyor sonra da evleri yağmalıyorlarmış... kız kardeşinin eşi de kapıyı tutup direnmeye çalışınca bunlar daha da hırslanmışlar ve adamı öldüresiye dövmüşler o dayaktan sonra adam sakat kalmış zaten. kız kardeşi de yapmayın diye bağırıp kocasını kurtarmaya çalışırken onu da dövmüşler. bir tanesi tecavüz etmeye yeltenmiş ama şanslarına gruptaki bir iki kişi boşver gidelim diye tecavüzcüyü durdurmuşlar. türk komşularının yardımıyla 3 arabayla istanbul’dan kaçmayı başarmışlar, sonra da selanik’e en uzun yarım saatlerinden birisiydi sanırım. o anlattıkça ben ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. şu anda evlerindeki genç nesil dışında hepsi çok iyi türkçe biliyor ama sanki yasaklanmış gibi gittiklerinden beri konuşmamışlar. bunun nedeni "nasıl bizi atarsınız" nefretinden öte "hani biz kardeştik" diye kırılmaları. dediğim gibi bir kin ya da nefret yok ama kırgınlıkları çok fazla. anlatırken mümkün olduğunca objektif olmaya çalışsa da kız arkadaşımın ses tonunda ve anlatışında hissedebildim bu durumu. şimdi ne diyebilirsin ki? yarım saat yanyana konuşmadan oturduk öylece...

6 7 eylül olayları izmir